Post Pic

Türü: 340 sayfalık kitap, fotoğraf sergisi ve tanıtım DVD’si
Yapım Yılı:
2009 -2010-2011

İnsanoğlu milyonlarca yıllık yolculuğunda (çoğu zaman düşerek ve tekrar kalkarak) bu dünyaya bir iz bırakmak isteği ile yaşamıştır. Her ne kadar bazı zamanlar, bu izin savaşlarla yazıldığı yanılgısına düşse de insan denen düşünen varlık her zaman güzelliğe âşık olmayı da bilmiştir. Kimi zaman kendi eliyle kimi zaman da doğanın mucizevî dokunuşları ile oluşan güzellikleri görme ve duyurma isteği de bundan kaynaklanmaktadır. Bir taşın üzerine kazınan deha, bir şehirde vücut bulan büyük hayaller ya da doğanın milyonlarca yıl sabırla dokuyarak işlediği bir gölün eşsizliğini tarif etmek yüzyıllardır süren bir gelenektir.
Ancak bu güzellikleri oluşturan iki güç yani “insan ve doğa” yine bu güzellikleri “yok eden” iki güç olmuştur ve olmaktadır...
İşte belki de ironi sayılabilecek bu tezata, 20. yüzyılın son çeyreğinden bu yana teknolojinin nimetlerini büyük bir iştahla kabul edip tüketen insan profili de eklenmiştir. O zaman karşımıza şu tablo çıkmıştır: Kendi yarattığının esiri olmuş insanoğlu için yine kendisinin izlerini aramak, bulmak ve en önemlisi korumak için kaybedeceği zaman kalmamıştır.
“Gün bugündür” diyen ses, 1972 yılında Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Organizasyonu’ndan (UNESCO) gelmiştir. Dünya Mirası kavramının ortaya atılması ve 1983 yılında Türkiye’nin de taraf ülke olması ile belki pek de farkında olmadığımız bir ışığın ülkemizde parlamaya başladığını düşünüyoruz. Bu ışık, zamanlar ve sınırlar üstü kültürel - doğal varlık cenneti olan yurdumuzda bugün sayısı dokuz olan Dünya Mirasının ışığıdır.
Uzun yıllar hayalini kurduğumuz bu projeye başladığımızda yalnızca yurt içi ve yurt dışı kaynaklardan okuduğumuz kadarıyla “Dünya Mirası”nın bir parçasıydık. Konunun önemini biliyor, anlıyor ve anlatmak istiyorduk. Oysa bugün konunun içinde yaşıyor ve ülkemizin taşını, toprağını, insanlığın bu ortak çabasını içimizde hissediyoruz.
Bugün yani projeye bilfiil başladığımızdan yaklaşık 16 ay sonra tam 7600 kilometre kara yolu ve sekiz uçak yolculuğu yaptık. 11.800 kare fotoğraf, sayfalarca yazılmış not, onlarca kitap, resmi yazışma ve fakslardan oluşan dosyalar bu yolculuklardan elimize kalanlardı.
Aklımızda kalanlar; bir antik kentin bekçi kulübesinde yaptığımız sohbet, binlerce metre yükseklikte içimize soluduğumuz tarih havası, sapsarı bir bozkır ortasında bizi kovalayan bir krallığın silinmez izleri, yemyeşil Karadeniz toprağından fışkıran dostluk, dev bir atın içinden bize bakan Homeros’un hayaleti, küçücük bir kasabanın içine sıkışmış dahi bir taş ustasının camisi, dağlardan bembeyaz süzülen suların gölgesi, bir balonun içinde uçarken aşağıdan bize el sallayan periler ülkesi ve yan yana duran üç imparatorluğun anahtarlarını elinde tutan bir şehrin görkemi oldu.
Kalbimizde kalan ise ülkemize duyduğumuz derin ve haklı hayranlığın gururuydu.
İnanıyoruz ki gördüklerimizi tüm dünyanın görmek istemesi bir hayal değildir. Dünya mirası rotasını izleyen milyonlarca turistin ülkemize gelmesi için önce kendi insanımızda, turizm sektörünün çalışanlarında “Dünya Mirası” bilinci oluşturmak 2010 yılının ilk 9 ayında 25.987.902 olan yerli/yabancı turist sayısını ve onbeş milyar doları aşkın olan turizm gelirimizi tıpkı diğer ülkelerde kanıtlandığı gibi en az birkaç katına çıkaracaktır. Yine gönülden inanıyoruz ki bugün yalnızca ekonomik değil aynı zamanda ülkeler arası bir “iletişim gücü” olan turizm, Dünya Mirası bilinci ile Türkiye’ye hak ettiği noktalara ulaşmasında önemli bir dayanak olacaktır.
Biz hazırladığımız projeyi yalnızca bir kitap, film veya sergi olarak görmüyor; Türkiye’de Dünya Mirası konusunu Sosyal Bilgiler dersinde işleyen öğrenciler, bu armayı tişörtünde taşıyan profesyonel rehberler, dev dünya mirası tabelalarının altında durmuş milyonlarca turist hayal ediyoruz ve bunun için çalışıyoruz.

Post Pic